25 Ekim 2011 Salı

ahh



ah ne kadar da safmışız her seni seviyorum diyene inanmışız
ah nasıl da duygularımızı gerçeklerin önüne siper etmişiz
yanlış olduğunu bile bile
ah ne çok incinmişiz ne çok parçalanmış kalbimiz
ah nasılda nefret etmişiz kendimizden
hataları kendimizde görmüşüz
mutluluklarımızı ertelemişiz başkaları için
ah nasılda parçalara ayrılmışız her gidenin ardından
geri dönmeyeceklerini bile bile
ah nasıl da aynaya her bakışımızda kendimizin istediğini değilde
olmamız istenilen olmaya çalışmışız
ah nasıl da yaralarımıza merhem olanları değilde
tuz basanları başımıza taç yapmışız
acı çekmemizi görmezden gelenlere
kalbimizin kapılarını açmışız...

24 Ekim 2011 Pazartesi

a world without man


Geçen akşam 6 civarı çarşıdan eve dönüyordum. Bir ara fark ettim ki her yeri erkekler işgal etmiş. Bütün restoranlarda, cafelerde, mağazalarda ve kaldırımlarda erkekler vardı. Kendimi hapishanede yürüyor gibi hissettim. Sanki uzun bir zaman kadın görmemişler gibi bakıyorlardı yüzüme. Bir anda far ettim ki o an birisi ağzımı kapatıp beni karanlık bir tarafa çekse gören diğer erkekler bana değil de onla yardım ederlerdi sanırım. O kadar aç bakıyorlardı, ki resmen gözleriyle tecavüz ettiler. Her zaman kendimden emin başım dik yürüyen ben başımı öne eğdim sırf o bakışları görmemek için. Alanya gibi bir turizm bölgesinde bir kadın böyle hissedebiliyorsa şehirlerde ki kadınların halini düşündüm bir an. Her gün iş yerlerinde, otobüslerde hatta sokaklarda tacize uğradıklarını düşündüm. Fark ettim ki gerçekten de kadının adı yok. Dünyadaki suç oranlarını düşünürsek eğer, bana göre %90 erkekler sebep oluyorlar. Tecavüz ediyorlar, hırsızlık yapıyorlar, darp ediyorlar, işkence yapıyorlar, kendilerinden başka hiç bir canlıya saygı göstermiyorlar. Kısacası dünyayı erkekler mahvediyorlar. Her zaman Tanrının en büyük pişmanlığının insanlığı yaratması olduğunu düşünmüştüm ama şimdi erkekleri yaratması olduğunu düşünüyorum. Çünkü dünyanın bu halde olmasının tek sebebi onlar. Bütün kötülüklerin baş rolünde erkekler var. Bu yazdıklarımdan feminist olduğum anlaşıla bilir yada öyleymişim gibi algılana bilir ama değilim. Sadece gözlemlerimi dile getiriyorum.

Neden akşam 6 da bile korka korka evime gidiyorum? Neden erkeklerin gözleriyle tecavüzüne maruz kalıyorum. Ve neden bu üstünlük taslama olayı? Sen beyninin yerini farklı yerinle değiştirdin diye bu onu her gördüğün boşluğa sokabileceksin hakkını mı veriyor? Ya da her gördüğün mini etekli tecavüzü mü hak ediyor? Sen kendine hakim olamıyorsan bunun suçunu ne cüretle başkasına atabilirsin ki?
Hiç bir zaman anlayamayacağım erkeklerin zihniyetlerini, bunun başlıca sebebi de beynimin olması gereken yerde duruyor olması sanırım...

22 Ekim 2011 Cumartesi

Karmaşa...

yazmaya başlamak
başlamak ama başaramamak
başaramamak çabalamak
çabalamak etkili olmak
etkili olmak yada olmamak
olmamak hiç birşey olamamak
olamamak olmaya çabalamak
olmaya çabalamak sıkılmak
sıkılmak ama yinede sıkılmaya devam etmek
devam etmek katlanmak
katlanmak ve katlandıkça dibe batmak
dibe batmak ama bir türlü yukarı çıkamamak
çıkamamak belkide çıkmak için uğraşmamak
uğraşmamak herşeyi ayağına beklemek
beklemek birşeylerin olmasını istemek
istemek kendini avutmak
kendini avutmak bir şeye inanmak
inanmak herkesi dürüst sanmak
dürüst sanmak kendini aptal yerine koymak
aptal yerine koymak iyilikden anlamamak
anlamamak dünyayı yaşanmaz bir hale getirmek
getirmek ama öbür tarafa hiç birşey götürememek
götürememek sadece kendini kandırmak
kandırmak ve karşılığında dürüstlük beklemek
beklemek gelmeyeceğini bile bile beklemek
beklemek zaman geçsin diye saniyeleri saymak
saymak ama rakamlardan nefret etmek
nefret etmek kendin bile
kendinden bile sevgi beklemek
beklemek olmayacağını bile bile
bile bile yine de sevmek
sevmek anlık mutluluklar yaşamak
yaşamak bir gün öleceğini bilerek
bilerek o günün gelmesini istemek
istemek daha çok istemek
istemek sonsuzluğu dilemek
dilemek Tanrının varlığına inanmak
inanmak olacakları engelleyememek
engelleyememek ve olmaması için hiç bir şey yapmamak
yapmamak, yaşayamamak,istemek,beklemek ve ölmek....



Pembe Mezarlık



Affet bu gece ölmek istedim
Pembe bir mezarlık olmak istedim
Karanlığı elimle bölmek istedim
Seni çok özledim...

Çok istedim bu gece kendimi asmak
Ellerimle kendi mezarımı kazmak
Elimden gelen oturup evimde
Sana şarkılar yazmak...

7 Ekim 2011 Cuma

Yeterrr...

Bazen öyle bir an geliyor ki "yeterrrrrrr" diye çığlık atasım geliyor. Sanki dünyayı sırtımda taşıyormuşum gibi hissediyorum böyle zamanlarda.

Her sabah bari bugün iyi bir şeyler olsun hayatımda diye uyanıyorum. Ama gün içinde bakıyorum ki hiç bir şeyin olacağı yok. Bari kendim bir şeyler yapayım hayatımda bir hareket, bir değişiklik olsun diyorum. Onu da elime yüzüme bulaştırıyorum.

Şu an tek istediğim çekip gidebilmek. Neresi olursa fark etmez insanlıktan uzak bir yer olsa yeter benim için. Telefonumu kapatayım, her şeyi herkesi sileyim hatta öyle bir şey olsun ki hafızam silinsin istiyorum. Kimseyi tanımayayım sanki yeni doğmuşum gibi tertemiz olsun ruhum.

Yada yok olayım bir anda. Hiç kimsenin hayatına girmemiş, hiç var olmamış olayım istiyorum. Bir güç olsa yada bir mucize beni zaman çizgisinden silse, yok etse keşke. Kimsenin hayatında bulunmamış, kimseyi üzmemiş, kimse tarafından sevilmemiş ve nefret edilmemiş olmak istiyorum. Evet tam da bunu istiyorum.
Varlığımı kabul etmesin kimse, herkes beni görmezden gelsin, yokmuşum gibi davransın ben de yok olayım...


6 Ekim 2011 Perşembe

Yarın Herşey Değişebilir..

Bugün, nefret ettiğiniz kişiyi yarın sevebilirsiniz.
Yada bugün sevdiğiniz kişiden yarın nefret edebilirsiniz.

Bugün, güldüğünüz bir fıkra ya da bir espri yarın size çok saçma gelebilir.
Yada bugün saçma bulduğunuz şeylerin yarın önemini anlayabilirsiniz.

Bugün, çok zenginken yarın bir an da fakirleşebilirsiniz.
Yada bugün çok fakirken yarın zengin olabilirsiniz.

Bugün, koşup oynuyorken yarın sakat kalabilirsiniz.
Yada bugün sakatken yarın bir mucize gerçekleşebilir.

Bugün, etrafınız arkadaşlarla doluyken yarın yapayalnız kalabilirsiniz.
Yada bugün çok yalnızken yarın istemeyeceğiniz kadar arkadaşınız olabilir.

Bugün, hayata tutunacağınız bir neden yokken yarın bir neden bulabilirsiniz.
Yada bugün yaşamak için bir sürü nedeniniz varken yarın hepsi yok olabilir.

Bugün, sizi sevdiğini sandığınız kişinin yarın başkasını sevdiğini öğrenebilirsiniz.
Yada bugün başkasını seviyor diye düşündüğünüz kişinin yarın aslında sizi sevdiğini öğrenebilirsiniz.

Bugün, yüksek bir mevki de oturuyorken yarın sıradan bir işçi olabilirsiniz.
Yada bugün hamallık yapıyorken yarın bir holding yönetebilirsiniz.

Bugün, yaşamayı seviyorken yarın ölmeyi dileyebilirsiniz.
Yada bugün ölüm planları yapıyorken yarın hayatın çok güzel olduğunu fark edebilirsiniz.

Evet tüm bunlar gelebilir başınıza. Yarın neler yaşayacağınızı bilemezsiniz. O yüzden yapmamız gereken tek şey var "bugün"e iyi bakmak. Elimizdeki şeylerin değerini bilmek ve çok geç olmadan "seviyorum" diyebilmek. Yanlış bir şey yaptıysak eğer "özür" dileyebilmek. Çünkü hayat ertelenecek kadar uzun değil.


5 Ekim 2011 Çarşamba

54.Gün...

Bugün gidişinin 54. günü...
Oysa acın daha dün gibi hala içimde.
Yokluğunda hayatımda o kadar çok şey değişti ki..
Sabahları uyandığımda hala gözlerim seni arıyor.
Gittiğini hatırlayıp günleri lanetliyorum.
Sensiz doğan güneş aydınlatmıyor artık odamı.
Geceleri odaya girmek gelmiyor hiç içimden.
Kapıyı her açtığımda sanki hala oradasın ve içeri girişimi bekliyorsun gibi hissediyorum.
Sanki kapıyı açacağım ve sen de üstüme atlayacaksın beni öpücüklere boğacaksın gibi geliyor.
Ama kapıyı açıyorum ve sen yoksun.
O kadar boş geliyor ki odam artık bana.
Bir anda bütün eşyalar tek tek siliniyor ve o boşlukta yapayalnız bırakıyorlar beni.
Balkona bile çıkmak gelmiyor içimden.
Eğer çıkarsam gözlerimin boşluğa takılacağından korkuyorum.
Ya aşağı bırakırsam kendimi diye balkona adım atamıyorum.
Bulutları izliyorum her gün belki seni oralarda bir yerlerde görürüm diye.
Ama orada da yoksun.
Her gece rüyalarıma gelmeni diliyorum.
Orada da yoksun.
Lanet olsun!
O kadar mı kötüyüm ben.
Hak etmiyor muyum seni rüyalarımda dahi görmeyi
Hiç mi sevmedin beni yada hiç mi sevdiremedim kendimi?
Gitmene izin verdiğimi mi düşündün yoksa?
Seni sevmediğimi, istemediğimi mi düşündün yoksa?
Göremiyor musun, hissedemiyor musun nasıl acı çektiğimi yokluğunda?
Seni kendimden bile çok severken gitmene izin verebileceğimi nasıl düşünebilirsin ki.
Her gün acabalarla yaşıyorum.
Yanlış bir şey mi yaptım diye kendi kendimi yiyip bitiriyorum.
Şöyle yapsaydım belki gitmezdi, böyle olsaydı belki şöyle olurdu.
Belki.... belki... belki... keşke.. keşke.. keşke...
Her gün yiyip bitirdi beni bu belkiler, keşkeler...

Bugün yokluğunun 54. günü.
Bugün her zaman ki gibi açtım gözlerimi yeni doğan güne.
Odanın içinde gezdirdim gözlerimi.
Bıraktığın boşluğu izledim uzun bir süre.
Güneş ısıtmadı içimi bugün.
Sonbahar hissettirdi kendini, ürperterek tüylerimi.

Bugün ölümünün 54. günü.
Kapının arkasına bıraktığım beyaz ayakkabıma takıldı gözlerim bu sabah.
Onu kemirdiğin günü hatırlayıp tebessüm ettim kendi kendime.
Sana kızdığımı düşündüm sonrada.
Keşke kızmasaydım diye de düşürdüm yüzümü yere.
Fotoğrafına baktım her sabahki gibi bu sabah da.
Hani seni bulduğumuzun 2. günü yatağın üstünde minik ayıcıkla olan.
Tombik yanaklarını şişirip sırıttığın fotoğrafa.
Yine tebessüm ettim kedi kendime.
Kitaplığıma astığım tasmana takıldım sonrada.
Gözümün önünden onu aldığım gün geçti.
Sana ne kadar çok yakışacağını düşünmüştüm sevinçle.
Eve koşa koşa gelip boynuna takmıştım hemen.
Sende çok mutlu görünüyordun o gün.
Ellerimi yalayarak teşekkür etmiştin.
Ve yeniden düşürdüm yüzümü.
Gözlerime engel olamadım yine, yeniden.
Duşa attım hemen kendimi.
Her zaman yaptığım şeyi yaptım.
Doya doya, hıçkıra hıçkıra ağladım.
Duşun kapısından hiç bir şey olmamış gibi çıkıp kahvaltı hazırladım.

Bugün ölümünün 54. günü.
İçimde sanki dünmüş hatta bugünmüş gibi acı var.
İçimi yiyip bitiren bir acı bu.
Bu sabah seni her zamankinden daha çok özlemiş olarak açtım gözlerimi.
Ve her zaman ki gibi içimde kocaman bir boşlukla başladım güne..


4 Ekim 2011 Salı

Hayvanları Koruma Günü...


Bugün 4 Ekim Hayvanları koruma günü yıl 2011.

İnsan oğlu var olduğundan beri kendini geliştirmek için çabaladı. Tekerliği bulmaktan, ışığı bulmaya oradan da uzaya gitmeye varan bir başarı gösterdi. Ama maalesef hala kendilerinden güçsüz canlılara zarar vermemeyi, onların da bu dünyada yaşamaya hakkı olduğunu anlayamadılar. Bana göre bizim onlara bu dünyada yaşamaya izin vermemiz değil onların bize izin vermesi gerekirdi. Dünya var olduğundan beri onlar vardı. İnsanlar sonradan yaşam alanlarını işgal ettiler. Bizimle yaşamayı da onlar seçmediler, biz onları bizimle yaşamaya zorladık. Nasıl mı? Evcilleştirerek tabi ki.

Ormanları kendi yaşam alanlarımıza dönüştürüp betonlaştırdık, onlara yaşayacak bir yer bırakmadık. Sonrada fazlalık muamelesi yaptık. İtip kalktık, tecavüz ettik, zehirledik, yaşamamaları için elimizden gelen her şeyi yaptık. Onların da duyguları olduğunu görmezden geldik. Konuşamadıkları için hiçbir şey hissetmediklerini düşündük. O kadar kördük ki, ağladıklarını, istedikleri bir yudumluk sevgiyi, verdiğin kuru ekmek için bile sana nasıl bağlı kaldıklarını göremedik. O kadar kördük ki, nasıl acı çektiklerini göremedik. O kadar kördük ki, bizi gerçekten ve karşılıksız sevdiklerini göremedik. Biz onları itip kalktıkça bizden uzaklaşmadılar yine de inadına sıkıca sarıldılar hayata. Yanlarından geçip gidenlerden tek istedikleri kafalarını okşamalarıydı. Bunu bile çok gördük. Taşlarla kovaladık, yolumuzu değiştirdik yetmezmiş gibi tekmeledik. Onlara aksesuar muamelesi yaptık. Yanımızda süsmüş gibi gezdirdik, ilgi görmeye çalıştık onları kullanarak sonrada daha fazla dayanamayıp sokağa bıraktık. Hiç düşünmedik bile başına gelebilecekleri. Düşüncesizce mahalle aralarında hız yapan arabaları, acımasız taş atan çocukları, belediyelerin attıkları zehirleri. Hiç düşünmedik bu dünyaya geliş sebebimizi. Tanrının bize bahşettiği duyguları. Hoşgörüyü, içtenliği, sevgiyi... Sonsuz sevgiyi...

Her gün binlerce canlı işkence ve acı içinde can veriyor. Buna en çok belediyeler ve çocuklar sebep oluyor. Nasıl mı? Bebekliğinden itibaren çocuklarımızı hayvanlardan uzak tutarak ve korkutarak büyüttük. Yolda gördüğümüz hayvanları kovduk, tekmeledik. Sanki çocuğumuzu yiyecek bir canavar muamelesi yaptık. Sonra o çocuk ayakları yere bastığında sokaktaki hayvanlara işkence etmeye başladı. Kuyruğunu kesti, kulaklarını kesti, tekmeledi, taş attı. Bu yaptıkları için kimse ona kızmadı hatta eline bir sapan verdik, kuşları öldürttük. Sonrada pişirip yemesine izin verdik. Bunlar olurken biz sadece izledik. Sonra o çocuk büyüdü, okudu, adam(!) oldu. Ailesi gurur duydu, övündü çocuğuyla. Belediye başkanı oldu sonrada o çocuk. Yaptığı ilk iş de toplu katliam oldu. Sadece veterinerlerde bulunan çok güçlü bir zehir satın aldı. Satın aldığı kişi de hayvanları iyileştirmek için okumuş sonrada kendine klinik açmış bir veteriner. Sonrada o belediye başkanı tuttuğu adamlarına o zehri tavuk etlerine döktürüp bütün yeşil alanlara atmasını emretti. Onlarda yaptıkları işten hiç gocunmadılar ve görevlerini başarıyla yerine getirdiler. Sonra ne mi oldu? Canı gibi sevdiği, baktığı ve büyüttüğü çocukları yerine koydukları hayvanlarını kaybetti bir kaç aile. Sokaklardaki bütün kediler ve köpekler de dahil olmak üzere, bütün canlılar yok oldu. Bir an da ortalık hayvan mezarlığına döndü. Yarım saat sonra beyaz bir kamyonet onları sanki çöpmüş gibi topladı ve gitti. Geride gözü yaşlı aileler bırakarak.

Yıl 2011 oldu ama hala insan(!) olamadık. Hala "aç o kadar insan varken hayvanlara mı yardım ediyorsunuz" diyenler var. Hala anlayamadılar ve anlamak istemiyorlar onların ne oy verme hakkı, ne sosyal güvenceleri nede bir sendikaları olmadığını. Onların bize nasıl muhtaç oldukları. Biz verirsek yediklerini vermezsek aç kalıp seslerini çıkarmadıklarını. Anlayamıyorlar nasıl kocaman bir kalpleri olduğunu.

Şimdi tek yapmamız gereken onlara doğru bir adım atmak. Merak etmeyin sizin attığınız o bir adıma koşarak karşılık vereceklerdir. Belki dünyayı kurtaramayız ama bir canı kurtarsak, karnını doyursak yetmez mi? Gece huzurla girmez miyiz yatağımıza. Var olduğumuzdan beri doğru bir şey yapmanın sevinciyle övünmez miyiz. Bunu başarmak çok zor değil. İlla evinize de almanıza gerek yok. Eski bir kaba su ve yemek koyup hayvanların çok olduğu yerlere koymanız yeterli. Yoğurt kabı bile işinizi görür. Evdeki artık yemeklerinizi çöpe dökmektense bir canlının karnını doyurmasını sağlayabilirsiniz. Bu çok zor olmasa gerek öyle değil mi?

Herkesin hayvanları koruma günü kutlu olsun!...

3 Ekim 2011 Pazartesi

Paradise Circus


love is like a sin my love
for the one that feels it the most
look at her with a smile like a flame
 she will love you like a fly will never love you, again



mumlar etrafımı sararken, kolların boynumu sarmalı
önce sağa sonra sola salınmalı bedenimiz.
notalara tutunarak havalanmalı ayaklarımız.
tüm o düşünceler yok olmalı,
huzur ele geçirmeli ruhumuzu.
tutkuyla buluşmalı ritimler,
ellerin saçlarımı okşarken...
gökyüzüne ulaşmalıyız sonra
yıldızlar eşlik etmeli dansımıza...



2 Ekim 2011 Pazar

teşekkür ederim..


teşekkür ederim sevgilim beni uyandırdığın için az kalsın gözümü "aşk" bürüyordu...